Olasılıksız, Adam Fawer tarafından yazılmış ve 2005 yılında yayımlanmış bilim kurgu romanıdır. En iyi roman kategorisinin de aralarında olduğu çok sayıda ödül kazanmıştır. Kitap, David Caine'in bir takım deneysel tedaviler sonucunda kazandığı gelişmiş hesaplama yeteneği sayesinde, tahminlerinin geleceği görmek haline geldiğini anlamasıyla başından geçenleri konu almaktadır. Özet olarak kitabın kahramanı, Pierre-Simon Laplace'in yarattığı bir teori olan Laplace'in Şeytanı haline dönüşmüştür.
Bu kitabı okumayanınız varsa çok şey kaybetmiş olusrunuz.
Bence hemen bir tane edinip okuyun.
Önce kitap özeti sonrasında yazarımızın hayat hikayesi . Okuduklarınız sizi çok şaşırtacak. Ben buna sadece azmin zaferi diyebilirm....
Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi?Siz hiç Lotoda büyük ikramiyeyi kazanmadınız. Ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar?Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün parayı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı?Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parkta baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mi yoksa geleceği mi görüyorsunuz?Eğer siz de kontrolün kimde olduğunu merak ediyorsanız, OlasılıkSız tam size göre bir roman..
İYİ BİR OKUYUCU, İYİ DİNLEYİCİ
Yazarlık hayatına iyi bir okuyucu ve iyi bir dinleyici olarak adım attığını dile getiren Fawer, “Okumayı öğrendim ve 6 yaşındayken çok ağır bir hastalık geçirdim. Hastalık sonunda da her iki gözümde bir görme kaybı oldu. Görme engelliler derneğinden bir kayıt ve dinleme cihazı verildi bana. Buna 70’li yıllarda ‘konuşan kitaplar’ diyorlardı. Babam beni hastanede her gün ziyaret ediyordu ve ilk kitap siparişi kataloğu geldiğinde de kendisi yanımda bulunuyordu. Benim babam çok iyi bir baba olmasına rağmen çocuklarla olan iletişimi çok iyi sayılmazdı. Ve bana hep şöyle derdi: Ben seninle benimle konuşabileceğin yaşa gelinceye kadar aslında hiç konuştum sayılmaz. Dolayısıyla kitap siparişi verme zamanı gelince, babam bana çocuk kitapları siparişlerinden ziyade bilim kurgu kitapları siparişi vermişti. Her gün hastanede yalnız kalınca onun getirdiği kitapları dinliyordum dinleme cihazından. O da aynı kitabı akşam okuyup ertesi gün yanıma geldiğinde kitapları tartışma imkanımız oluyordu” dedi.
Geçirdiği hastalık nedeniyle hayallerinin büyük bir kısmını geride bırakmak durumunda kaldığını kaydeden Fawer, “Dolayısıyla bu noktada ben gerçekten ne olmak istiyorum ve gelecekte ne yapabileceğimi düşündüm ve yazar olabileceğimi düşündüm. Çünkü bu şekilde başka insanlara da okumanın bana sağladığı kaçış imkanını sağlayabileceğimi düşündüm. Yıllar geçti, görme konusunda ilerleme kaydettim. Düşüncelerim değişti ve ben de birçok arkadaşım gibi birçok hayalimi bir kenara bıraktım. Dolayısıyla bu noktada daha çok yetenekli olduğumu düşündüğüm alana verdim. İyi bir öykücü olduğumu ve aynı zamanda matematikte de iyi olduğumu düşünüyordum” şeklinde konuştu.
HAYAL KIRIKLIĞI
Fawer, lisedeyken yazdığı bir öykü ile ikincilik ödülü aldığını ve bunun kendisini çok üzdüğünü söyledi. Fawer, mükemmeliyetçi biri olduğunu ve yazdığı öykünün çok iyi olduğunu düşündüğünü ancak ikincilik alabildiğini belirtti.
Fawer şöyle devam etti: Bu durum da biraz beni hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü ben bir mükemmeliyetçiydim ve mükemmel olmasam vazgeçebileceğimi düşündüm. Üniversite döneminde ise üniversite gazetesi için makale yazmak istedim ancak başvurum kabul edilmedi. Lisans üstü eğitiminde de işletme derslerinden muaf olduğum için yazar dersleri alma imkanım oldu. Burada da üniversite gazetesi için yazma şansım oldu. Ve işin ilginç tarafı işletme okumama rağmen okul için yaptığım yazarlıktan çok keyif almamdı. Ama sonuçta yine gerçeklerle yüzleşmek durumunda kaldım. Okul bitmişti ve çalışmak zorundaydım. Eğitimime uygun bir iş buldum. Birkaç yıl çalıştım ve bir internet şirketinin yöneticisiydim. Ama işimi çok sevmiyordum. Çok para kazanıyordum ama hep bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordum. Sürekli hayatımda yapmak istediklerimi ertelediği fark ettim. Aslında benden bekleneni yapmak için hep gönlümde yatanı ertelediğimi anladım.
Hayallerimi gerçekleştirmenin vaktinin geldiğini anlamıştım. Denemememin sebebi ise başarısız olma korkusuydu. Ama şunu da fark ettim, en azından demesem bu demektir ki hayalim zaten yaşamıyor. Ondan sonra kısa bir süre sonra 11 eylül 2001 tarihinde sabah saatlerinde ben işimi bıraktım. Ama 11 eylül saldırıları olmuştu ve büyük bir hengame olmuştu. Bir hafta sonra çalıştığım şirketin CEO’su arayıp işi gerçekten bırakmaya emin olup olmadığımı sordu ve ben de emin olduğumu söyledim. Ve o noktadan itibaren bahsettiğim arkadaşımı ziyaret ediyordum, bilgisayarlarımızı alıp starbucksa gidip orada yazıyorduk.
Yazarlık konusunda kitaplar okumuştum ve onların gösterdiği şekilde hareket ediyordum. O kitaplardaki önerileri takip etmeye karar verdim. Her gün yazıyordum. Yazıp karakterler yarattım. Ama hiçbir zaman not almadım ve yazacağım şeyin ana kaburgasını yaratmadım. Sadece her gün kahveye gidip yazıyordum. Bu da biraz komik, çünkü birçok yazar romanı ben yazmadım karakterler yazar derdi ve ben bunun inanılır olmadığını düşünüyordum. Ama yazmaya başladıktan sonra ben de onu fark ettim. O sürece yoğunlaştıktan sonra aslında o karakterler bu sürece hakim olmaya başladı. Çünkü yazmaya başladığım zaman, belli bir karakterin ne yapması gerektiğine o karakter karar veriyordu. Bu çok iyi bir başlangıç oldu ama kitabı sonlandırmak istediğimde karakterler hazır olmayınca bu bir sıkıntı yarattı ve dolayısıyla yazmaya devam ettim ve kitabın yüz bin kelime olmasını bekliyordum. Ondan sonra bir anda yüz yirmi bin, sonra yüz kırk bin, sonra yüz altmış bin oldu. Bende ısrarla karakterlerime ‘hadi biterelim’ diyordum ve sonunda onlar da izin verdiler. Bitmiş bir romanım vardı ve çok gururluydum.
Kitabını bitirdikten sonra da bir takım sıkıntılar yaşadığını belirten Fawer, 50 ayrı yayın ajansına mektup yazdığını, bunlardan 49’nun reddedildiğini bir ajansın başvurusunu kabul ettiğini, ancak o yayınevinden iki ayrı editörün bir hafta sonra “iyi bir yazarsınız ancak kötü bir kitap yazmışsınız” diyerek kitabını basmak istemediğini söyledi.
OLASILIKSIZLIK
Fawer, “Geri dönüşler ilginçti her iki editör de iyi bir yazar olduğumu ancak kötü bir kitap yazdığımı söylemişti. Moralimin bozulmaması için çok uğraştım ama iki farklı editörden gelen eleştiri aynıydı. Ve kız arkadaşım beni artık ağlamama ve yataktan çıktığıma ikna ettikten sonr aben yazmaya yeniden karar verdim. Dolayısıyla çoğunluk olarak sil baştan yaptım diyebilirim. Ondan sonraki 6 ay içinde farklı bir kitap yazdım ve bu ‘Olasılıksız’ oldu. Karakterlerin çoğunun isimleri benzerdi ama farklı şeyler yapıyorlardı. Editörlerin yaptığı eleştirilerin listesinin tümüne tek tek yanıt verdim ve karakterlerin isimlerini de değiştirdim. Sonuçta kitabımı beğendi ve aynı iki editöre göndereceğini ve muhtemelen beğeneceklerini ve kitap için kapışacaklarını söyledi menenjerim. Ancak Pazar günü ikisi de ret etti” diyerek kitap basım işinin de yazmak kadar zor olduğuna işaret etti.
O noktadan sonra elinden gelen çabayı sarf ettiğini ancak başarısız olduğunu düşünerek işe dönmeye arar verdiğini ve danışmanlık yapmaya başladığını aktaran Fawer, “İlk gün menajerim aradı ve başka bir editörün kitabı çok beğendiğini söyledi. Günün sonuna geldiğimizde iyi bir teklifle kitabı basmayı kabul ettik. Bir buçuk yıllık sürece yazı yazarken hep bir yayınlanan yazar olarak anımsanmayı hayal ediyordum. Ve sonuçta danışmanlık projemi bitirdim ve tam zamanlı bir yazar olmaya başladım. Bu gerçekten muazzam bir deneyim oldu. Kitabım ABD’de yayınlandı. Satışları fena değildi ama Hollanda ve İtalya gibi yerlerde daha başarılı oldu. Daha sonra Almanya ve Japonya’da çok başarılı oldu ama hala Türkiye’de nasıl satış yapacağımı merak ediyordum. Ondan sonra kitabımın yaygın bir şekilde okunduğunu fark ettiğimde çok sayıda mektup aldım.
Türkiye’de bu kadar popüler olduğumu bilmek çok güzel bir duyguydu. Şimdi iki kitap sonunda da diğer ülkelere göre Türkiye’de daha çok popüler olduğumu görüyorum.
Türkiye’deki edebiyat dünyasına biraz uzak olduğunu ve Orhan Pamuk, Yaşar Kemal gibi yazarları henüz okumadığını sözlerine ekleyen Fawer, “Yazmak aynı zamanda yalnızlaştırıcı bir iş olabiliyor. Ben açık alanda yazıp karşılaştıklarımdan fikirler almak istiyordum bunun için de bir kahveden daha uygun bir yer yoktu. Kafamı kaldırdığımda tuhaf bir insan görüyordum ve onu anlatıyordum” şeklinde konuştu.
Fawer, yeni bir kitap yazmak için ise daha ilginç ve dikkat çekici bir öykü aradığını söyledi.
Yazarlık hayatına iyi bir okuyucu ve iyi bir dinleyici olarak adım attığını dile getiren Fawer, “Okumayı öğrendim ve 6 yaşındayken çok ağır bir hastalık geçirdim. Hastalık sonunda da her iki gözümde bir görme kaybı oldu. Görme engelliler derneğinden bir kayıt ve dinleme cihazı verildi bana. Buna 70’li yıllarda ‘konuşan kitaplar’ diyorlardı. Babam beni hastanede her gün ziyaret ediyordu ve ilk kitap siparişi kataloğu geldiğinde de kendisi yanımda bulunuyordu. Benim babam çok iyi bir baba olmasına rağmen çocuklarla olan iletişimi çok iyi sayılmazdı. Ve bana hep şöyle derdi: Ben seninle benimle konuşabileceğin yaşa gelinceye kadar aslında hiç konuştum sayılmaz. Dolayısıyla kitap siparişi verme zamanı gelince, babam bana çocuk kitapları siparişlerinden ziyade bilim kurgu kitapları siparişi vermişti. Her gün hastanede yalnız kalınca onun getirdiği kitapları dinliyordum dinleme cihazından. O da aynı kitabı akşam okuyup ertesi gün yanıma geldiğinde kitapları tartışma imkanımız oluyordu” dedi.
Geçirdiği hastalık nedeniyle hayallerinin büyük bir kısmını geride bırakmak durumunda kaldığını kaydeden Fawer, “Dolayısıyla bu noktada ben gerçekten ne olmak istiyorum ve gelecekte ne yapabileceğimi düşündüm ve yazar olabileceğimi düşündüm. Çünkü bu şekilde başka insanlara da okumanın bana sağladığı kaçış imkanını sağlayabileceğimi düşündüm. Yıllar geçti, görme konusunda ilerleme kaydettim. Düşüncelerim değişti ve ben de birçok arkadaşım gibi birçok hayalimi bir kenara bıraktım. Dolayısıyla bu noktada daha çok yetenekli olduğumu düşündüğüm alana verdim. İyi bir öykücü olduğumu ve aynı zamanda matematikte de iyi olduğumu düşünüyordum” şeklinde konuştu.
HAYAL KIRIKLIĞI
Fawer, lisedeyken yazdığı bir öykü ile ikincilik ödülü aldığını ve bunun kendisini çok üzdüğünü söyledi. Fawer, mükemmeliyetçi biri olduğunu ve yazdığı öykünün çok iyi olduğunu düşündüğünü ancak ikincilik alabildiğini belirtti.
Fawer şöyle devam etti: Bu durum da biraz beni hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü ben bir mükemmeliyetçiydim ve mükemmel olmasam vazgeçebileceğimi düşündüm. Üniversite döneminde ise üniversite gazetesi için makale yazmak istedim ancak başvurum kabul edilmedi. Lisans üstü eğitiminde de işletme derslerinden muaf olduğum için yazar dersleri alma imkanım oldu. Burada da üniversite gazetesi için yazma şansım oldu. Ve işin ilginç tarafı işletme okumama rağmen okul için yaptığım yazarlıktan çok keyif almamdı. Ama sonuçta yine gerçeklerle yüzleşmek durumunda kaldım. Okul bitmişti ve çalışmak zorundaydım. Eğitimime uygun bir iş buldum. Birkaç yıl çalıştım ve bir internet şirketinin yöneticisiydim. Ama işimi çok sevmiyordum. Çok para kazanıyordum ama hep bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordum. Sürekli hayatımda yapmak istediklerimi ertelediği fark ettim. Aslında benden bekleneni yapmak için hep gönlümde yatanı ertelediğimi anladım.
Hayallerimi gerçekleştirmenin vaktinin geldiğini anlamıştım. Denemememin sebebi ise başarısız olma korkusuydu. Ama şunu da fark ettim, en azından demesem bu demektir ki hayalim zaten yaşamıyor. Ondan sonra kısa bir süre sonra 11 eylül 2001 tarihinde sabah saatlerinde ben işimi bıraktım. Ama 11 eylül saldırıları olmuştu ve büyük bir hengame olmuştu. Bir hafta sonra çalıştığım şirketin CEO’su arayıp işi gerçekten bırakmaya emin olup olmadığımı sordu ve ben de emin olduğumu söyledim. Ve o noktadan itibaren bahsettiğim arkadaşımı ziyaret ediyordum, bilgisayarlarımızı alıp starbucksa gidip orada yazıyorduk.
Yazarlık konusunda kitaplar okumuştum ve onların gösterdiği şekilde hareket ediyordum. O kitaplardaki önerileri takip etmeye karar verdim. Her gün yazıyordum. Yazıp karakterler yarattım. Ama hiçbir zaman not almadım ve yazacağım şeyin ana kaburgasını yaratmadım. Sadece her gün kahveye gidip yazıyordum. Bu da biraz komik, çünkü birçok yazar romanı ben yazmadım karakterler yazar derdi ve ben bunun inanılır olmadığını düşünüyordum. Ama yazmaya başladıktan sonra ben de onu fark ettim. O sürece yoğunlaştıktan sonra aslında o karakterler bu sürece hakim olmaya başladı. Çünkü yazmaya başladığım zaman, belli bir karakterin ne yapması gerektiğine o karakter karar veriyordu. Bu çok iyi bir başlangıç oldu ama kitabı sonlandırmak istediğimde karakterler hazır olmayınca bu bir sıkıntı yarattı ve dolayısıyla yazmaya devam ettim ve kitabın yüz bin kelime olmasını bekliyordum. Ondan sonra bir anda yüz yirmi bin, sonra yüz kırk bin, sonra yüz altmış bin oldu. Bende ısrarla karakterlerime ‘hadi biterelim’ diyordum ve sonunda onlar da izin verdiler. Bitmiş bir romanım vardı ve çok gururluydum.
Kitabını bitirdikten sonra da bir takım sıkıntılar yaşadığını belirten Fawer, 50 ayrı yayın ajansına mektup yazdığını, bunlardan 49’nun reddedildiğini bir ajansın başvurusunu kabul ettiğini, ancak o yayınevinden iki ayrı editörün bir hafta sonra “iyi bir yazarsınız ancak kötü bir kitap yazmışsınız” diyerek kitabını basmak istemediğini söyledi.
OLASILIKSIZLIK
Fawer, “Geri dönüşler ilginçti her iki editör de iyi bir yazar olduğumu ancak kötü bir kitap yazdığımı söylemişti. Moralimin bozulmaması için çok uğraştım ama iki farklı editörden gelen eleştiri aynıydı. Ve kız arkadaşım beni artık ağlamama ve yataktan çıktığıma ikna ettikten sonr aben yazmaya yeniden karar verdim. Dolayısıyla çoğunluk olarak sil baştan yaptım diyebilirim. Ondan sonraki 6 ay içinde farklı bir kitap yazdım ve bu ‘Olasılıksız’ oldu. Karakterlerin çoğunun isimleri benzerdi ama farklı şeyler yapıyorlardı. Editörlerin yaptığı eleştirilerin listesinin tümüne tek tek yanıt verdim ve karakterlerin isimlerini de değiştirdim. Sonuçta kitabımı beğendi ve aynı iki editöre göndereceğini ve muhtemelen beğeneceklerini ve kitap için kapışacaklarını söyledi menenjerim. Ancak Pazar günü ikisi de ret etti” diyerek kitap basım işinin de yazmak kadar zor olduğuna işaret etti.
O noktadan sonra elinden gelen çabayı sarf ettiğini ancak başarısız olduğunu düşünerek işe dönmeye arar verdiğini ve danışmanlık yapmaya başladığını aktaran Fawer, “İlk gün menajerim aradı ve başka bir editörün kitabı çok beğendiğini söyledi. Günün sonuna geldiğimizde iyi bir teklifle kitabı basmayı kabul ettik. Bir buçuk yıllık sürece yazı yazarken hep bir yayınlanan yazar olarak anımsanmayı hayal ediyordum. Ve sonuçta danışmanlık projemi bitirdim ve tam zamanlı bir yazar olmaya başladım. Bu gerçekten muazzam bir deneyim oldu. Kitabım ABD’de yayınlandı. Satışları fena değildi ama Hollanda ve İtalya gibi yerlerde daha başarılı oldu. Daha sonra Almanya ve Japonya’da çok başarılı oldu ama hala Türkiye’de nasıl satış yapacağımı merak ediyordum. Ondan sonra kitabımın yaygın bir şekilde okunduğunu fark ettiğimde çok sayıda mektup aldım.
Türkiye’de bu kadar popüler olduğumu bilmek çok güzel bir duyguydu. Şimdi iki kitap sonunda da diğer ülkelere göre Türkiye’de daha çok popüler olduğumu görüyorum.
Türkiye’deki edebiyat dünyasına biraz uzak olduğunu ve Orhan Pamuk, Yaşar Kemal gibi yazarları henüz okumadığını sözlerine ekleyen Fawer, “Yazmak aynı zamanda yalnızlaştırıcı bir iş olabiliyor. Ben açık alanda yazıp karşılaştıklarımdan fikirler almak istiyordum bunun için de bir kahveden daha uygun bir yer yoktu. Kafamı kaldırdığımda tuhaf bir insan görüyordum ve onu anlatıyordum” şeklinde konuştu.
Fawer, yeni bir kitap yazmak için ise daha ilginç ve dikkat çekici bir öykü aradığını söyledi.
oldukca populer bır kıatptı ama okumaya hıc fırsarım olmadı ılk fırsatta ıns
YanıtlaSilmügecim mutlaka oku. inan pişman olmazsın. Sevgiler....
SilBen okudum.Nefes kesiciydi,yalnız yazarın bu kadar renkli bir insan olduğunu bilmiyordum.Teşekkürler..
YanıtlaSilokumamak büyük kayıp :) biz şanslı olanlarız :)
SilCidden yazarın durumu beni çok şaşırttı ama demek ki ne kadar iradeli bir insanmış..
YanıtlaSilÇok tesadüfi olarak geçen gün kendime Cehennem kitabını alırken kzıma da Olasılıksız kitabını almıştım..))
Çok şanslıyım evde var Cehennemi bitirir bitirmez Bu kitaba başlıyım.:)) Hatta şimdi Irmak a senin kitap hakkındaki yorumunu söyledim o da hemen okumaya başliyim dedi..
Çok çok teşekkürler Gülaycığım çok çok öpüyorum..:))
Kitabı almış olmana çok sevindim. İnan Irmak da sende okuduğunda bir süre etkisinde kalacaksınız. Okuduktan sonra senin yorumunu da sabırsızlıkla bekliyorum canım :)
YanıtlaSilBende çok öpüyorum.
Allaha emanet olun....
Bu kitabı hatırlıyorum. Malesef.
YanıtlaSilEvet bu kitabı okumuştum.
YanıtlaSil